ve vahşidir bu vadinin kavimleri …
onların tanrıları özgürlük,
yasaları savaştır…
orada düşman yok etmek suç değildir .
ama daha gerçeği intikamdır .
orada iyiliğe iyilikle,
kana kanla karşılık verilir…
ve nefrette aşk gibi ebedidir …
Lermontov
Rusların büyük șairinin bu dizelerle anlattiği Kafkasyalıların diyarına Tiflis'ten yola çıkmıștım . Akșam son minübüse binmiș, üç buçuk saatlik Kazbek yolculuğu bașlamıştı. Yüksek dağ geçidinde buzlanma ve kayma neticesinde yolculuk beș saati geçmiști . Kazbek köyünde arabadan inince zifiri karanlıkta ve sogukta tek gördüğüm etrafımı saran köpeklerdi, birkaç evin ıșıkları da hala yanıyordu. Çadırımda kalmayı hesaplamıștım ama çadır kuracak yer çok uzaklarda olmalıydı.
Ümitsizce, ıșığı yanan bir evin kapısını çalınca yașlı bir teyze açtı kapıyı, kendisine Rusça " gosti mojna" misafir kabul mü? " diye sorunca, bașını olur manasında sallayınca, tek katlı dıșarıdan oldukça eski görünen evin içinin sıcaklığı ve zenginliği oldukça șașırtmıștı beni. Klasik ahșap mobilyalar, büyük bir kitaplık, cilt cilt kitaplar ve güzel bir piyano...
Sabah erkenden dușumu aldığımda, güzel bir kahvaltı hazırlayan ev sahibesi, neden sosisli poğaçaları yemediğimi sorunca, domuz eti olabilir cevabını verince, kendisinin de domuz eti yemediğini , dedesinin Çeçen olduğunu, bu tepelerin arkasında yașadıklarını söylemiști. Kendisine çok teșekkür ederek ve küçük bir ikram da bulunarak evden çıktığımda, sivri ve heybetli bir dağın önümde parladığını, etrafındaki tüm dağlara meydan okurcasına dikildiğini gördüm. İște bu dağ Zeus'un insanlardan sakladığı ateși çalıp insanlara sunan Titan Prometheus'un cezalandırıldığı Kazbek Dağı idi.
2011 yılı Eylül ayının bașıydı, henüz dağ sezonu kapanmamıș, yukarıda pekçok dağcı olacağını tahmin ediyordum. Sırtımdaki otuz kiloyu așan yükle, așağıdan bir karaltı gibi görünen kiliseye dogru ağır ağır ilerliyordum. Sel suları toprak yolda yarıklar olușturmuș, ancak Lada Jiplerin gidebildiği yol toz duman içerisindeydi. Patikalardan giderek kiliseye vardığımda etrafta onlarca doğasever grubu vardı.
1850 metreden 2900 metreye yükselmiștim üç dört saat içerisinde. Biraz daha hızlanırsam belki 3650 metrede ki Ana Kamp yeri Meteor istasyonuna gece olmadan varabilirim diye düșünüyordum . Ama nafile, hızlanmak bir yana yükün ve eğimin verdiği zorlukla daha yavaș çıkar olmuștum. Artık ikindi vakti geçmek üzereydi, doğa yürüyüșçüleri, günübirlik kampçılar așağıya doğru iniyorlar, selamlașıyoruz, çoğunun İsrailli olduğunu öğreniyorum.
Daha ileride önüme yılkı atları çıkıyor, beni görmemezlikten gelip bol otlakların tadını çıkarıyorlar. Biraz sonra hava kararmıș, birkaç yıldızın zayıf ıșığı karanlığa kafa tutmaya çalıșıyordu. Sırtı aștığımda rota ikiye ayrılıyordu, hangisinden gitmeliydim? Elli dolara satlılan Kazbek dağı haritasından almadığıma hayıflanmaya bașlamıștım ama sis ve karanlık bastırmadan dağın zirvesini görebilmiștim, sağdan gitmeliydim. Yarım saatlik tatlı bir inișten sonra bir karaltı gördüm hızlıca bana gelen, ilerlemekten bașka çarem yoktu, biraz sonra dönüș yapan üç dağcı olduklarını anladım, doğru rotada imișim, önüme dere çıkacağını dereyi geçerken dikkatli olmamı söylediler. Gündüz eriyen kar buzul suları dereyi çoșturuyor, bu delișmen akıntı ancak sabaha dogru, tekrar buzlanma ile sakinleșebiliyor olmalı .
Gece yarısı ıssız dağ yamacında çadırımı kurarken bir tıkırtı duydum, iki genç bana doğru geliyordu. Tanıștık İsrail'den gelmișler, zirve çıkıșı yapmıyorlar, ertesi gün buzulu görüp döneceklermiș. Bir ihtiyacım olup olmadığını sordular, teșekkür ettim. Tam sıcak tulumumun içinde, yorgunluktan adeta sızmıș iken, çadırım kuvvetlice sallanmıș, yüksek sesle bağrıșlar ișitince, bin bir güçlúkle dıșarı çıktığımda, karșımda bir adam Gürcüce konușuyor ama birșeyler anlamıyordum. Kendisine Türk olduğumu, kendisini anlamadığımı Rusça söyledim. Muhammedinir, Muhammedinir (Müslüman) diye benden kendisine yardımcı olmamı, bir bıçağa ihtiyacı olduğunu, koyununun kayalıktan yuvarlandığını, onu keseceğini söylüyordu. Acaba beni mi kesecek diye aklımdan geçmedi değil ama korkunun ecele faydası yok, kendisine tek sahip olduğum küçük kamp çakısını gösterdim , olmaz dedi. Gel burada bașka arkadașlar var, onlara soralım diyerek İsrail'lilerin çadırına gidip onları uyandırıp bıçakları olup olmadığını sordum ama onlarda da küçük çakıdan bașka bir șey yoktu, çoban sızlana sızlana yoluna gittiği gibi benim uyku da gitti elbette.
3000 metrelerde sabahın ilikleri donduran ayazında kahvaltımı yapıp yola koyuluyorum. Bir iki saatlik çıkıștan sonra önüme devasa bir buzul çıktı, Gergeti Buzulu. Çok dikkatli geçmek zorundaydım, incelmiș bir buzulun altında metrelerce genișliğinde ve derinliğinde buz gibi sularla dolu yarıklar olabilirdi. Tek bașımaydım ve her adımı çok dikkatli atıyordum, ayakkabılarımın altına buzda kaymamak için krampon takmıștım, o beni daha da yavașlatıyordu. İki saati așan bir buzul yürüyüșünden sonra karșıya kazasız belasız geçebilmiștim.
Bir saat kadar daha çarșak (tașlı rota) ve karların üstünde ilerleyince Ana Kamp yerine yaklașmıștım, șimdi çok dik bir sırta çıkmam gerekiyordu. Ama oldukça da yorulmuștum, Kamp yerinden beni görenler el sallıyor,, daha kolay bir rotayı gösteriyorlardı. "Bu da geçilir Ya Hu" deyip, son gayretimle Sovyet zamanında meteor gözlemevi olarak yapılan șimdilerde dağcılara tahsis edilen binaya vardığımda, tanımadığım dağcılar çay kahve ikram etmekteydiler bana. İçeri girince görevliyle tanıștım, dıșarıda çadırımda kalacağımı söyledim, dikkatli olmamı, geceleri kuvvetli rüzgar ve çok soğuk olduğunu, dilediğim zaman içeride kalabilecegimi, dıșarısının günlüğünün 5 lari içerisinin 10 lari olduğunu söyledi.
7-8 dağcı dıșarıda kendi çadırında kalırken, 8-10 dağcı içeride kalıyordu . Biraz dinlendikten sonra yanımda getirdiğim fıstıktan ve Türk lokumundan görevliye ve dağcı arkadașlara ikram da bulundum, çok beğendiler ve böylece tanıșmaya bașladık .
Yüksek irtifa da fazla uyunulmasa da sabah dinç olarak kalktım, Norveçli bir çift ile benim gibi tek bașına gelen Tatar kökenli Petersburg da yașayan Marat ile ortak kahahvaltı yaptık. Norveçli çift tur ile gelmiș ve çok da para ödemișler. O gün yüksek irtifaya hazırlık - Aklimatize çıkıșı yaptık yakın zirvelere, dörtbin metrelerde küçük bir kilise çıktı karșımıza. Zirve sanki hemen tepemizde gibi görünüyordu ama 5054 metre yükseklikteki zirveye daha güvenli varmak için dağın etrafindan U șeklinde dolanmamız gerekecekti.
Görevliye, kamp yerinden görünen zirveye çıkıș olup olmadığını sorduğumda, kar ve taș yuvarlanmasından dolayı çok riskli olduğunu ama çıkıșının yapıldığını söyledi. O gün akșam hava bozmaya bașladı, zirveye yola çıkanlar da zirveye varamadan döndüler Kamp yerine. Ertesi sabah kar ile uyanmıștık, kahvaltıyı binanın içindeki mutfakta hep beraber yaparken kulağımız așağıdan gelecek haberlerde idi. Meteoroloji kuvvetli rüzgar ve kar yağıșı diyordu. Iki gün merakla ve umutla müjdeli haberi beklerken, hava daha da bozmuș, kar yağıșı tipi șekline dönmüștü. Artık bir an evvel havanın açmasını ve zirveye çıkmayı sabırsızca bekliyorduk. Aslında Kamp yerinde canımız hiç sıkılmıyordu, bazen içeride bazen çadırlarda oturur muhabbet eder, șarkılar türküler söylerdik. Rus'undan Avrupalısına, İran'lılara, Korelilere kadar pekçok milletten insanlar vardı. Benim bitmeyen fıstık ve lokumum bana bir ayrıcalık sağlamıș gibiydi, kendi zeytinimi ve yağımı arkadașlara ikram ediyor, onlar da bana svinya'sız (domuzsuz) yemeklerinden sunuyorardı. Hele Kamp görevlisinin bana gizlice verdiği o peynir ne lezzetliydi...
Ve kötü haberi telsizden verdiler, daha dört beș gün hava düzelmeyecekmiș. Artık tüm takımlar toplanıp ne yapacaklarına karar veriyordu.
Uçakla gelenler apar topar geri dönerken, bizler bir umut daha bekliyorduk. Ama gece yine fırtınalı ve karlı geçince, kendi kendime, bu dağ binlerce yıldır burada, bunun gelecek yılları var, DÖNMEK VAR ÖLMEK YOK, hem dağa kafa tutulmaz ki diyerek ertesi sabah kalan dostlara Proșçay - Elveda giyerek, yüzünü gizleyen dağa " Dasvidanya - Görüșmek üzere " diyerek inișe bașladım.
Ertesi yıl Ağustos sonunda tekrar Kazbek Köyüne gelmiștim, hem de erkenden ve tecrübeli olarak.
Yüküm yine ağırdı, bu sefer daha fazla ikramlık getirmiștim, özellikle bana oldukça iyi davranan kamp görevlisi çok sevmiști zeytini, yanına da zeytinyağı koymuștum . Marat gelirse ona da birseyler verecektim. Gece olmadan Ana Kampa ulașmak istiyordum ama akșama doğru kara bir bulut gelip ansızın yağmurla beraber dolu yağmaya bașlayınca çadırımı kuramadan, kendimi zor attım içine, öyle kuvvetli yağıyordu ki, dıșarı çıkıp çubuklarını takamamıștım, anlașılan bu gece bivaklayacaktım çadırımın içinde. Gök gürültüsü ve șimșekler ürkütücü idi, belki yakınlarıma yıldırımlar düșüyordu, Yağmur suları yavaș yavaș ıslatmaktaydı elbiselerimi, yorgun olmama rağmen saatlerce uyuyamamıștım, ama nihayetinde uykuya yenik düșmüștü bedenim.
Sabah üzerimde bir ağırlık hissediyordum, kakmaya zorlanınca içine kuramadan girdigim çadırımın üstünden karlar dökülüyordu. Ve dıșarıda on santimden fazla kar vardı ama güneș kendini göstermiș ve tatlı tatlı ısıtmaya bașlamıștı yarı ıslak elbiseler içindeki vücudumu.
Tekrar yola devam edip Gergeti Buzuluna geldiğimde beș kișilik Rus dağcılarlar karșılaștık ve selamlaștık, onlar farklı bir rotadan geçtiler buzulu, ben geçen seneki yoluma devam ettim. Kamp yerine vardığımda Rus dağcılar da yeni çadırlarını kuruyorlardı. Biraz dinlendikten sonra etrafta dolașmaya bașlayınca geçen seneden tanıș olduğum Marat'ı gördüm, onunla aklimatize için yakın tepelere tırmanıș yaptık. Ertesi sabah rota üzerinde biraz yürüyüș yapınca , dağda hayatını kaybeden bir Türkün anısına dikilen taș gözüme çarptı, insanın yüreği sızlıyor gerçekten.
Akșama doğru Rus dağcılarının zirveye çıkıș yapacağını öğrenince, bende onlarla çıkmak istediğimi söyleyince,dıșarıdan kimseyi kabul etmediklerini söylediler. Marat'la birlikte ısrar edince, tek tek malzemelerimizi sordular, eksik bulamayınca bizi de ekibe dahil ettiler. Zirve çıkıșı güzergahında, yer yer üzeri hafif karla örtülü tehlikeli yarıklar olabileceğinden, ekip olarak ipe girmek gerekiyordu, bu nedenle zirveye solo değil ekiple çıkmak daha güvenli idi.
Gece saat birde ekip hemen kalktı ve beș dakika içerisinde yola çıkılacağını söyledi dağcı arkadaș .Çantam hazırdı ama ayakkabıları, elbiseleri giymek biraz zaman alırdı, yine de ekipten ayrı kalmamak için apar topar hazır oldum . Marat onların yapısını bildiğinden hazır bekliyormuș, beni geride kalmamam konusunda uyardı, yoksa ipe almazlar dedi. Bir saatten fazla tașlı yolda hızlıca yol alırken, gece gündüz ısı farklılıkları nedeniyle, yukarıdan irili ufaklı tașlar dökülüyordu, iri taș parçaları yerinden koparken bir uğultu çıkarıyor, hoplaya zıplaya nereye düșeceği belli olmuyordu, neyse ki sıkıntı olmadan geçtik bu tehlikeli parkuru, birazdan kar sınırına geldik ve buzda kaymamak için kramponları taktık kar ayakkabılarına daha ileride de belimizdeki karabinalardan emniyet ipini geçirdik, șayet birimiz buzul yarığına düșerse onu kurtarmak için..
Sabaha doğru dağın beline varmıștık, artık zirve yolu önümüzde idi. Ama bir soğuk bir soğuk, benim eksi 25 gösteren termometre son sınırında idi, Ruslar eksi 35 olduğunu söylediler. Güneș ıșıkları uzaklara vurmaya bașlamıștı, sanki ayaklar rotadan çıkıp güneșin ıșıklarının vurduğu yere gitmek istiyordu, daha güneșin bizi yakalamasına 20-25 dakika vardı. Ekip bașının morali bozuktu, devamlı küfürler edip, bağırıp çağırıyordu meğerse önümüzdeki ekip Ukrayna'lı imiș, bizden yarım saat önce yola çıktıklarından önümüzde idiler . Ekip bașı Stefan zirvenin altında kullanacağımız ipi tașıdığından yükü ağır idi, ben yanına yaklașarak, yükünün bir kısmını bana vermesini söyledim, önce kabul etmedi ama ısrar edince yükünün birazını aldım.
Artık zirve önümüzde duruyordu ve bir, bir buçuk saatlik yolumuz vardı. Bizim ekip bașı hızını artırmıș öndeki ekiple aradaki mesafeyi kapatmaya bașlamıștı. Zirve ye doğru rota dikleșmiș 60 derecelik eğim sanki 90 derece gibi görülüyordu. Stefan zirveye ilk çıkan olmuștu, bir önceki akșam kalabalık bir İranlı ekip, hava bozduğundan zirve yapamayıp dönmüștü . Șimdi emniyet ipini zirveden așağı sarkıtmıș, bizler de güvenli ve rahat șekilde zirveye varmıștık.
Hava çok soğuk ve șiddetli rüzgar vardı, zirvede fazla kalamazdık, Rus ekip flamalarını çıkardı ve fotoğraf çektirdiler. Ben izinsiz çıktığımdan yanıma bayrak almamıștım, soğuktan telefonum da açılmıyordu. Benim için çok önemli değildi, kendim için çıkıyordum ve hedefim olan 5000 metreden büyük 5 zirvenin 3.süne de çıkmıștım. Soğuktan mı sevinçten mi, gayri ihtiyari gözlerimden yaș geldi ama hemen donuvermișlerdi. Dikkatli ve zorlu bir inișten sonra kamp yerine varmıștık.
Rus arkadașlara teșekkür ettim, birbirimizi kutladık ve çadırımda dinlenmeye çekildim. Birkaç saat sonra beni Marat uyandırdı, bizlere güzel bir kutlama hazırlamıșlardı, ben de elimde kalanları dostlarla paylașıyordum. İyi bir uykudan sonra ertesi sabah hedefime ulașmanın verdiği gurur ve mutlulukla, arkamda güzel dostluklar ve anılar bırakarak, daha da önemlisi gücümü, sınırlarımı bilerek inișe bașlamıștım .
Av. İbrahim Turan
(Kazbek Dağı (Rusça: Gora Kazbek, Gürcüce: Mkinvari), Büyük Kafkaslar'da bulunan 5.033 m yüksekliğindeki dağ.)